11 Ocak 2009 Pazar

Bir Öykü

“Bir virgüle kendini asıp defalarca ölmek istese de cümlenin düşmesinden korkarak vazgeçiyordu. Şöyle sağlam, kendi ayakları üzerinde durabilen, güçlü cümleler kurabildiğinde ve buna inanabildiğinde ölmeyi de deneyecekti, Jack London gibi veya Martin Eden…” Şimdiye kadar kurduğu hiçbir cümleden hoşnut değildi. Bir cümlesini bile sevebilseydi keşke. 24 yıldır kimseye göstermeden yazdığı ve siz bu yazıyı okumaya başlamadan az önce yırttığı, buruşturduğu ve çöpe attığı bütün kâğıtları tekrar gözden geçirerek, önceden yazdığı sağlam bir cümleyi aramayı kafaya koydu. “Nasıl olsa artık lazım olmayacak” demişti çöpe atarken yazıları. Haksız da değildi hani; gerçekten hiç lazım olmamışlardı. Ne birine aşkını ifade ederken bu cümleleri kullanabilmişti ne de iş yerindeki arkadaşlarına bahsedebilmişti bunlardan. Otobüsteyken, kafasını kaldırmadan kaldırımda yürürken, marketteyken, çocuğunu severken, kuruyemiş alırken, karısını sevmezken, uyurken, fermuarını çekerken, akrabalara katlanırken, su içerken, nefes alırken, gençken, saate bakarken, gömleğinin kolunu kıvırırken, 10 saniye sonra çöpe uzanacakken de bu cümleler hiç bir işine yaramayacaktı. Bugün izin günüydü, kesin kararını vermişti: Bugün bitirmeliydi bu işi, ne olacaksa olmalıydı artık.

9 Ocak 2009 Cuma

Redif

Aruz arzulardı benimkisi lakin elde kalan hep redifti;
Uyak gibi yapıp bir türlü uymayan, uyuşamayan hani
Şiirler de böyleydi, böylesi daha güzeldi, daha haki
Turkuaz bir çeşit derinlikti, derinlik derdimdi, derdimse koyu mavi.
Yüzme bilmeden dalgıçtım ya da çok dalgındım belki
Aniden su yüzüne çıkmamam gerekirdi,
Bu vurgunlar bana sahibinden, ihtiyaçtan hediyeydi.
Daha kötüsü daldığımda yazdı, çıktığımda çoktan kış gelmişti. 
Dışardaydım, etraf karbeyazdı, ayaza çalan soğuk gibi.
Zaten kar hep soğuktu, soğuksa hep beyaz sanki...

3 Ocak 2009 Cumartesi

Sen

     Günlerden bir gün; hani benim seni sevdiğim gün mesela, senin beni sevmediğin gün gibi. Tıpkı o gün gibi biliyorum ki, bugüne musalla taşında uyanmış olmasaydım, ölmeseydim mesela, sana öyle bir masal anlatabilirdim, öylesine etkileyebilirdim ki seni; bu masala inanmış olmak sende yaşama kudreti bırakmazdı. Ama bunu sana yapamazdım, söyleyemezdim inanabileceğin bir yalanı, söylemedim de. O yüzden bu yalanı şimdi söyleyebiliyorum ancak; soğuk bir musalla taşına musallat olduğum soluk bir sonbahar günü... Ölü bedenimin konuşabileceğini, ağzımdan repliksiz çıkan bu kelimeleri duyabileceğini ve dahası bu kelimeleri sevebileceğini açıkçası ben de kestirememiştim işin en başında. Ama ne zaman ki konuşmaya başladım ve sen “devam et, devam et” der gibi baktın ya feri kaçmış gözlerimin içine içine, işte o an içim içimi yedi için için, senin için. İşte bunun için devam ediyorum: