5 Temmuz 2009 Pazar

Monoton Kokteyli

O gün senaryonun son kısımlarını yazacaktık. Arkadaşın evine gittim. Cebimde 6 milyon küsür para vardı. Gitmeden de bakkaldan 3 ekmek bir de 5 litrelik su aldım. Bazen küçük burjuvalıklarım oluyor böyle; musluk suyunu sevmiyorum. Artık cebimde toplam 3,5 milyon kalmıştı, arkadaşımda da para olmadığını bildiğim için bundan sonra “cebimde” yerine “cebimizde” diyeceğim çünkü eve geldim. Evde oturduk, biraz sallandık. Hava sıcaktı, senaryoya başlayamıyorduk. Kahvaltı yapalım dedik, ekmeğimiz vardı. Arkadaş ağır ağır kahvaltıyı hazırlarken ben de bilgisayarın başında pinekliyordum. Bir yandan parasız ne yapacağız diye kara kara düşünürken bir yandan da Jim Jarmusch’un resimlerine bakıp gülüyorduk. Kara kara düşünme işlemini kendi başıma yaparken gülme işlemini arkadaşımla paylaşıyordum. Evet, böyle. Aniden telefon geldi. Arayan babamdı: “Oğlum bi tanıdığa kan lazım, arkadaşını da al gel, harçlık çıkar” diyordu. Yanımda bir arkadaşım olduğunu ona söylememiştim ama babalık içgüdüsü sanırım. “Tamam baba. Kahvaltı yapıp geliyoruz” dedim. Nasıl sevindik, nasıl anlatayım. Öyle işte. Aylak aylak oyalandık, resimlere baktık. Jarmusch’un hayatını sanki ilk defa okuyor gibi tekrardan okuduk. Böyle dar anlarda önceden yaptığın bir işi yapmak insana tarifsiz bir lezzet veriyor; riski olmadığından sanırım. Oyalandık, oyalandık. Hadi artık gidelim dedik. Arkadaş “babanı ara belki geç kalmışızdır” dedi. Aradım, açmadı. Hadi çıkalım, hayırlısı dedik. Kan verdikten sonra içeceğimiz meyve suyunu düşündük, sevindik. İki milyona arkadaşa akbil doldurduk. Başka bir arkadaşın öğrenci pasosu olduğu için rahattık.
Hastaneye doğru yola çıktık. Yolda içimden” hasta ölmesin” diye dua ettiğimi hatırlıyorum. Nasıl bir düşmüşlükse artık, siz düşünün. İnmemiz gereken yerde indik. Hastaneyi sorduk. Şu tarafta dediler. Şu tarafa doğru yürüdük. Yolda babamı tekrar aradık. Açtı: “Oğlum saat ikiden sonra kan almıyorlar, geç kaldınız” dedi. Durduk. Üzüldüğümü hatırlıyorum. Artık hastanenin nerde olduğunu merak etmiyorduk. Kafamızı kaldırıp etrafımıza baktık. Arkadaş “hadi şu tarafa gidelim” dedi. Şu tarafa gittik, hastane o yönde değildi, emindik. Biraz gittik. Sıcaktı. Bir “İş Bankası” gördük. Bir umut kartımızı soktuk; hüsran. O arada aklıma bana para yollayacak olan bir arkadaş geldi.. Ona mesaj attık. Biraz oyalanacaktık, o yüzden girdik bankaya oturduk. Sıra numarası bile almıştık. Klima da tam arkamızdaydı. Biraz bekledik. O arada yakınlarda oturan başka bir arkadaş aklıma geldi. Son kontörlerimle onu aradık. Buyurun gelin dedi, çay da yapacaktı. Akbilde aktarmamız olduğu için tramvaya bindik. Binmeyebilirdik ama bizim şu küçük burjuvalıklarımız yok mu, lanet olsun onlara. İki durak sonra inecektik. Tramvay çok kalabalıktı ve biz tam kapının yanındaydık. İlk durakta diğer kapı açıldı ve biz kara kara o kapıdan nasıl ineceğimizi düşündük. Yol boyunca durağın hangi tarafta olduğuna baktık. Son ana kadar durağın hangi tarafta olduğunu fark edemediğimizden heyecanımızı hep koruduk. Ve bizim kapı açıldı. Nasıl sevindik, nasıl anlatsam. Öyle işte. Arkadaşın eve gittik, çay içtik. Sinema üzerine konuştuk bütün karnı aç adamların yaptığı gibi. Arkadaştan borç istemeye yüzüm tutmadı. Biraz dinlenip oradan çıktık. Sonra yürüdük, yürüdük. Nasıl acıktık, nasıl anlatsam. Öyle işte. Yolda halka tatlı gördük, taze taze pişiyordu. 1 milyona iki tatlı aldık. Artık 500 binimiz kalmıştı. Daha tatlıyı ısırmadan yanda su satan birini gördük. Su 250 bindi. Normalde 500 bin olurdu hep. Bunu bir işaret olarak algılayıp hemen iki su aldık. Artık tamamen rahattık, hiç paramız yoktu. Çıtır tatlıları ısırıp, az daha soğuk olması gereği üzerine konuşup yürüyorduk. Birden güneş arkadaşımı rahatsız etti: “Şura gölge, şurdan gidelim” dedi. Orası gideceğimiz yön değildi ama gittik, sorgulamadan. Gittikçe garip yerlerden geçiyorduk. Ara sokaklar, o sokaklardaki dükkânlar, dükkânların önünde boş oturanlar, Rusça konuşmalar, yazılar… Yürüdükçe yürüyorduk. Bazı yerlerden geçtik, birilerine bir yerler sorduk. Tarif ettiler ama küstahça oralara gitmedik. Sanki sorma amacımız onlara var olduğumuzu ispatlamaktı. Yollardan yürüdük. Bir yer gördük, aşağıda deniz. Önce biraz o tarafa yürüdük sonra yürümeye üşenip geri döndük. Başka yerler sorduk, başka yollara girdik. Aşağı inen dar bir sokaktan yürüme kararı aldık. Yolda “Hakkı Bulut” afişi gördük, resmini çektik; artık Sirkeci’deydik. “Bari kameralara bakalım HD kamaraları alıcı gibi davranırsan kurcalamaya izin veriyorlar, geçen ellemiştik” dedim, dedik. Doğubank’a doğru gittik. Doğubank’ın karşısında İş Bankası gördük. Bir umut arkadaş parayı yatırmıştır diye kartı soktuk; hüsran. “Olsun, arkadaş yatıracak eminim” dedim. Biraz daha dolanma kararı aldık. Doğubank’a girdik ama kameraları kurcalayamadık. Adamlar da paramız olmadığını anladılar sanırım hatta bir tanesi biraz da tersledi. Doğubank’ın arka kapısından çıktık. İş Bankası’na doğru gittik ama aks atlamıştı. Başka yöne gidiyorduk. Doğru yönü bulduk. İş Bankası’nın önünde durduk, kartı sokmadık. Aramadığına göre yatırmamıştır dedik. Biraz daha dolanma kararı aldık. Çiğköfteci Ali Usta’ya gittik. Adam arkadaşımı kapıdan gördü ve içeri davet etti. O anda onun gözlerine baktım, nasıl kıvıracağını merak ediyordum. “Az sonra geliyoruz abi” dedi. Öyle bir söylemişti ki “arabayı şuraya park ettik, güzel bir yere koyalım hemen geliyoruz” kıvamında söylemişti. Bunu ben yapamazdım. Onu tebrik ettim ve çiğ köftecinin etrafında bir tur attık. Tekrar oranın önünden geçerken dükkânın olduğu tarafa ben geçtim, arkadaşım benim iriliğime sığınıp saklandı. Oradan geçtik ve artık eve dönme kararı aldık. Tam Sirkeci’de karşı karşıya geçecekken para yatıracak arkadaştan mesaj geldi. Nasıl sevindik, nasıl anlatsam. Öyle işte. Oralarda biraz pinekledik. Etrafı izledik. Aklımıza senaryo geldi, anlaşmak üzere olduğumuz oyuncu geldi. Böyle iyi haberler diğer iyi şeyleri de akla getiriyor. Nasıl mutluyduk, nasıl anlatsam. Öyle işte. Ardından arkadaş bende kontör olmadığını anlayıp aradı. Parayı yatırdım dedi. Hemen gittik parayı çektik. 75 milyon yatırmış, hâlbuki 50 milyon yatıracaktı. Ona minnet duyduk ve az sonra geleceğiz dediğimiz Ali Usta’ya gittik. Adam çiğköfteyi bitirmişti. Ama gelmiştik ya, önemli olan oydu. Tepsinin dibinde kalan köftelerden biraz verdi, para da almadı. Alsaydı da verirdik, fazlasıyla paramız vardı. Artık eve kesin dönme kararı aldık. Trene bindik. İnmemiz gereken durakta indik. Eve giderken geçmemiz gereken büyük caddedeki bir kebapçıya oturduk. Fiyatın uygun olmasına da dikkat ettik. Ciğer şiş yedik. Diğer şişler 5 milyon, o 6 milyondu. Küçük burjuvalıklarımız işte. Oradan çıktık. Canımız dondurma çekti. Ama açık dondurma yemek istedik. Bazıları bir topuna bir milyon alıyor, bundan hoşlanmıyorduk. Bir süre dondurmacı aradık. En sonunda bir topuna 1 milyon almayan, sadece 1-2-3 milyonluk dondurma satan birini bulduk ama onunla da uzlaşamadık. Biz adamla tartışırken başka biri gelip 1 milyonluk dondurma alınca 1 milyonluk dondurmanın miktarını gördük ve 2’şer milyonluk dondurma aldık. Ben 3 renk, arkadaşım karışık aldı. Eve doğru yürüdük. Evin caddesine geldiğimizde yeni bir çiğköftecinin açılışına denk geldik. Dükkânın önüne bedava köfte koymuşlar, orda da yedik. Paramız olmasa bu kadar bedava geçinemezdik. Her zaman gittiğimiz markete bu sefer anlamsız ama büyük bir özgüvenle girdik. Bir Pepsi ve bir de limonata aldık. Her zaman gazoz ve limonata alıp monoton bir kokteyl yapardık. Bu sefer kola aldık, işte küçük burjuvalıklarımız. Hesaba dikkat etmeden parayı ödedik. Eve geldik. Yorulduğumuzu hissettik. Kendimizi terasa attık. Artık senaryonun son kısmını yazabilirdik. Senaryoya başladık. Arkadaşım bir de güzel çay demledi. Bir sahne yazdık. Pineklemeye başladık. O arada monoton kokteylimizden içtik. Yavaş yavaş üzerimize uyku çöktü. Önce arkadaşım, sonra da ben uzandığımız yerlerde uykuya daldık. Dalmadan da “yarın yazarız ya” gibi şeyler mırıldandık. Uyuduk.

6 yorum:

  1. GÜzel yazıyorsun be bilo, sadece şu nasıl anlatsam, öyle iştelerin tadı kaçtı bi yerden sonra..

    YanıtlaSil
  2. Valla ben de hissettim ama içimden geldi. Hem kaçsın ya, o da lüksümüz olsun :)

    YanıtlaSil
  3. O da onun küçük burjuvalık hakkı, karışma yazar adama, pis düyd.

    Kelime doğrulama: nisti

    YanıtlaSil
  4. Abi Sait Faik'ten iyi yazıyorsun. En azından karakterler yunan falan değil. Hem uykum de gelmiyo. Nası anlatsam öyle işte...

    YanıtlaSil
  5. Teşekkürler. Ama Sait Faik ile karşılaştırılmak pek hoşuma gitmedi. O bir yazar ben değilim. Edebiyata o kadar emek vermiş adamlara saygı duyuyorum. Öyle ya da böyle. O yüzden kendi yağımızda kavrulalım biz bu sularda.

    YanıtlaSil
  6. O anları paylaştım okurken, sanki yarı ayık senden dinliyormuşcasına.

    YanıtlaSil