25 Ekim 2008 Cumartesi

Ahval

Helvalar, tencereler, kadınlar, çocuklar... Bütün ölü evlerindeki matemi matematiksel olarak hesapladım sonuç Mahmut Tuncer çıktı: “Bakkal amca bakkal amca, yağın var mı?” Bakkal amca şarkının aksine 70’lerdeki dar zamanları düşleyerek“yağ yok” dedi, biraz yağ çektim, zuladan çıkarttı: Hidrojen katkılı sıvı yağ, al sana katı “sana yağ.” Borcun 2 milyon. Bütün bu uğraşlar şunun içindi:


Dedem ölmüştü veya babaannem, belki de ben. Vakit matem vaktiydi. İnsanlar anlamadığı şeyleri dinleyerek hüzünlenmeyi ya da sevinmeyi sevdikleri için bu hayatı anlatan bir kitabı da ölülerin ardından okuyarak mutlu oluyorlardı. Sıkıldım, kapıya çıktım. Kapıda, imam iyi okuduğu için babam açıktan bir 50’lik daha uzattı, adam almamazlık yapmadı. “Rahmetli iyi insandı.” dedi yalan bir nidayla. Ölülerin arkalarından rahmetli diye bahsetmemiz için ne kadar zaman gerekirdi? İnsan ne kadar zamanda rahmetli olurdu? Dedem 1 günde rahmetli olmuştu. Gerçi zaten rahmetli olmak için yeterince yaşlıydı ama babaannem o kadar değildi; onun rahmetli olması birkaç gün sürmüştü. İnsanlar için her şey ne kadar da kolaydı, dillerini hemen alıştırıveriyorlardı: “Rahmetli iyi insandı.” Kötü bir rahmetliye rastlamamıştım zaten, en fazla “rahmetli aslında iyi insandı” olurdun. İnsan rahmetli olunca iyi oluyordu. Rahmetli güzel bir şeydi. Bu parlak fikir bana hoş göründü:

İntiharımla ailemi iftihar ettirebilirdim.

Yıllarca bir baltaya sap olamadığım için ailemi iftihar ettirecek şeyin bu olduğuna kesin kanaat getirdim. Bunu yaparsam rahmetli olur ve “Rahmetli ne iyi insandı” ya da “rahmetli iyi insandı” olamazdım ama “rahmetli aslında iyi insandı” olurdum kesin. Hani aslında az daha yaşasa bize ısınacaktı, bizim gibi iyi olacaktı gibisinden. Her şeyin aslında ani bir ölüm karşısında ama önceden zaten bilinen kurallara göre hazırlandığı bir ölü evinde - Helva, tavuk pilav, ayran, Kur’an- ölü bedenim son kez kefene sarılı huzurlarına çıkar ve “rahmetlinin ruhuna” diyerek tavukları mideye indirirlerdi. Ailem bunları yaparak hem kendini rahatlatır hem de hayatımda ki belirsizliği diğerlerinin sevebileceği “rahmetli aslında iyi adamdı” şeklinde, benim anılarımı anlatarak tamamlardı:

”Ben aslında iyi adammışım, aslında akrabalarım geldiğinde bir bahane uydurup evden gitmem, bayramlarda yanlarına gitmemem onları sevmediğimden değil, gerçekten işim olduğu içinmiş. Ha tabi benim hiçbir zaman kesin bir işim olmamış ama olsun yine de az daha yaşasam bir iş sahibi olabilirmişim, bunun için çabalıyor ve bazı yerlere başvuruyormuşum. Yok canım, günlerce odamdan çıkmadan kötü bir şey yapmıyormuşum: Odamda film izliyor ve kitap okuyormuşum, bunlar kötü şeyler sayılmazmış ve hem ben kimsenin tavuğuna kışt dememişim. Aslında sorun da buymuş içlerinden birine göre. Aslında ben gayet zeki ve idrakliymişim, hem iki üniversite bırakmışım, istesem çok daha aktif biri olabilir, başarılarımla göğüslerini kabartabilirmişim. Sorun da buymuş: Neden olmamışım? Bir bildiğim varmış bir ötekine göre. Bir bildiğim varmış ve ben bütün o durgunluğumun altında aslında kocaman hayaller saklıyormuşum, suskunluğum bundanmış: Çok şey biliyormuşum. Hani fena da sayılmazmış susmam diğerine göre. Konuşsaymışım üniversiteye hazırlanan yeğenime kötü örnek teşkil eder, onu da kendim gibi yaparmışım. Hem hayat öyle amaçsız da yaşanmazmış ki, en kötü bir memuriyete girer ve orda bir iş sahibi olabilirmişim. Peki bunu neden yapmamışım? Bir bildiğim mi varmış? Hadiymişim oradan, besbelli tembelmişim. Yok yok, aslında o kadar da tembel değilmişim bir başka ötekine göre. Canım istediği zaman istediğim şeyi yapabiliyormuşum. O üniversiteleri besbelli çalışarak kazanmışım ama yine de bazı sorunlarım da yok değilmiş ama hangi insanın sorunu yok değilmiş ki? Ben aslında iyi adammışım, rahmetli. Bir keresinde…” İşte ben de rahmetli olmuştum. Bu kadar erken beklemiyordum açıkçası.

Onların bu muhabbetlerinden sıkılıp bir an önce gömülmek ve son toprağı üzerime serptikten sonra başımdan defolmaları için bekledim. “Ölen aslında benmişim, aşıklar ölmezmiş. Ben hayvanmışım”. Bu sözleri toprağın üstüne kapaklanan son sevgilimden duyuyordum. Bir süre öylece bekledi ve o da gitti başımdan. Şimdi rahattım. Mezarlıkları çok severdim, böylesi ne de güzel oldu. Şimdi sorgu melekeleri geliyor ve ben bu satırları günah ve sevaplarımızı yazan, sağ ve sol omzumuzda duran meleklere dikte ettiriyorum. Sağ olsunlar kırmadılar beni, çok cana yakın çıktılar. Umarım sorgu meleklerinin soruları zor olmaz. Duyduğuma göre onların sordukları soruların yaptığın kadarına da puan veriliyormuş. Bu yüzden aklıma ne gelirse yazacağım. Şimdilik hoşça kalın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder